1 Haziran 2014 Pazar

Kansere Kesin Çözüm Bulan Faruk Durukan İle Söyleşi

Kansere Kesin Çözüm Bulan Faruk Durukan İle Söyleşi

Kansere Kesin Çözüm - Faruk Durukan - Kanseri Yenmenin Yolları


--------------------------------------------------------------------------------
İlk günden itibaren bedenimde bir değişiklik başladı. Aşırı enerji depolamış gibi bir ivme kazanan bedenime söz bile geçiremiyordum. Yeni ameliyat olmama rağmen, ne yatakta yatıyor ne de günlük ev işlerinden kendimi alıkoyuyordum.

--------------------------------------------------------------------------------


Eşim elinde üç çeşit bitki ekstratı ile eve geldiğinde tek tek inceledim. Biri zeytin yaprağından, diğeri kırmızı üzüm çekirdeğinden üçüncüsü ise enginar yaprağından özel yöntemlerle üretilmiş ekstratlardı. Kanser hastalığının %100 tedavi edeceğini söyleyen eczacı hanıma güvenerek bu üçlü bitkisel tedaviye başladım.

İlk günden itibaren bedenimde bir değişiklik başladı. Aşırı enerji depolamış gibi bir ivme kazanan bedenime söz bile geçiremiyordum. Yeni ameliyat olmama rağmen, ne yatakta yatıyor ne de günlük ev işlerinden kendimi alıkoyuyordum.

Eşim ve ben bedenimin bu biyoritmindeki değişikliğe şaşırmıştık. Hatta beldemize gelecek olan 60 kişilik şair ve yazar gönül dostlarımızı “nasıl?” ağırlayacağız endişelerini de duyumsamamaya başladım. Önceden böyle mi, davranırdım? Tatlı telaşlar başlamıştı. Bu arada beni üzen dost bildiklerim de olmuştu. Artık eskisi gibi pek fazla da detayların üzerinde de durmuyordum.
Bu mucizenin zeytin yaprağı içmeye başladığım günden beri olduğunu düşündüm. Araştırmaya başladım zeytin yaprağının faydalarını.

Kan Şekeri Seviyesini Düzenleme,LDL Kollestrol Seviyesini Düzenleme,Antioksidan Etki,Bronşit,Soğuk Algınlığı,Kulak Enfeksiyonları,Fibromalarya,Fungal (Mantar) Enfeksiyonları
Herpes Virüsü,Salmonella sp,Kandidiyasis,Dizanteri,Streptococcus sp,Kandidiyasis,Dizanteri,Streptococcus sp.,Hepatit A,B,C,Zatürre,Cilt Rahatsızlıkları,Zona,Romatizmal Hastalıklara da iyi geldiğini öğrenince bu yaprağın bir CENNET ağacı olduğuna artık kesin inanmıştım.

Bir hafta sonra bedenimdeki bu yeni değişikliğe alıştım. Merdivenleri önceden tek tek çıkan ben, kullandığım bitkisel haplarım ve şuruplarım etkisiyle ikişer ikişer aşar olmuştum. Sanki ruhuma yeni bir giysi geçirmiştim. Beni bu denli etkileyen kişiye bir “teşekkür” borçlanmıştım. Bitkisel ilaçların şişelerinde telefon ve fax numaraları yazılıydı. Hiç çekinmeden telefona sarıldım.

Faruk Durukan’ın sesini duyunca kendimi tanıtıp, gelişen durumumu anlattım. Kendilerine teşekkür ettim. Adımı ve telefonumu istedi. Bunun sebebini ertesi gün öğrenmiş oldum.

Kale Grubu Şirket sahibi ve bilim adamı Faruk Durukan yaşadığım beldeye gelip, yeni bitkisel şurup ve hapımı da beraberinde getirmişti. Bir saat gibi kendileriyle sohbet edip, tıbbın bu yeni buluşundan bahsetti. Kendisiyle yapmış olduğum söyleşimi aşağıda aynen aktarıyorum.

- Faruk Bey, beni çok mahcup ettiniz. Zahmet ettiniz.
- Estağfurullah Emine Hanım. Kullandığınız zeytin yaprağından elde ettiğimiz saf Oleuropein’dir. Bugün AB’de zeytinden yapılan kanser ilacının 60 kapsülü 30-40 dolara satılıyorken tam randıman da alınamıyor ama biz tam beş yıl zeytin yaprağı üzerinde yaptığımız çalışmalarla bunu başardık. Bu maddeyi dünyada ilk kez biz zeytin yaprağından çekip aldık.

- Nasıl, neyi başardınız Faruk Bey? Açar mısınız biraz?
- Açayım Emine Hanım. Bilindiği gibi zeytin ağacının 2000 sene bir yaşam süresi var, üstelik de bu ağaçlara özel bir bakım yapılması gerekmediği gibi susuz da yaşayabiliyorlar. Bu bizim için merak konusu olmuştu. İnsan ömrü ortalama ne kadardır Emine Hanım?
Faruk Durukan, hafif kırlaşmış üç numara sakalları ile gözlerini kısarak sorduğu basit bir soruya yanıt vermeden önce “neden?” sorduğunu düşünmüştüm. Tam yanıt verecektim ki;

- Durun ben yanıt vereyim. Bir insan en fazla 100 veya 110 yıl yaşadığını varsayarsak, insanın yarı yılına kadar hücreleri yenilenir ve yaşar. Bu yarı yıldan sonra hücreler ölmeye başlar. Deri kırışır, gözler net görmez, kulak ağır işitir, unutkanlık ve daha ilerleyen yaşlarımızda da beyin tam işlevini yapamaz değil mi?

- Evet , yapamaz. Çünkü hücreler yenilenmez ve ölürler.

- Evet aynen öyle olur. Çünkü vücudun A-D-E ve K vitaminleri eksilmiştir. İnsanın ölüme yaklaşma süreci başlamıştır.

- Anlıyorum.

Bir süre sustu Faruk Bey. Bedenime aylar önce girip yerleşen” kanserli” konuğumdan beni kurtaracak olan ellili yaşlarındaki iş adamını inceliyordum. Ağustos sıcağı tepemizde olduğu halde biz asırlık zeytin ağacının gölgesinde oturmaktaydık. Yere düşmüş bir zeytin yaprağını eline alıp ikiye büktükten sonra konuşmasını sürdürdü.

- 5 yıldan beri süren çalışmamızla elde ettiğimiz ve zeytin yaprağından çekip çıkarttığımız “oleuropein” siz ameliyat olmasaydınız da sizi iyileştirecekti. Sindirim sistemi özellikle bağırsak kanserinde %100 tam tedavi etmekteyiz.

- Ciddi misiniz siz?

Şaşırmamak mümkün değildi. Öyle ya, tüm dünyanın başa çıkamadığı acımasız illet bir anda yok edecek, bitkisel tedavin olabileceğine, inanmak istiyordum.

- Bakın Emine Hn. Zeytin binlerce yıldır yaşıyor ve pek çok kültür tarafından benimsenmiş kutsal olarak benimsenmiş bir ağaçtır. Şu soru geliyor akla hemen; “bu ağaç nasıl bu kadar uzun yaşadı?” Araştırmamız şunu göstermiştir ki “101 madde ihtiva eden zeytin yaprağının içinde antioksidan biri olan Oleurpein maddesi ağacı dış etkenlere karşı koruyor, hücre yenilemesi yapıyor, ortama uyum sağlamasına neden olarak salgılardan koruyor.

- İnanılır gibi değil. ABD ve İsrail sizi rahat bırakmaz. Öyle ya, milyonlarca kanser hastası için onlardan ithal kanser ilaçları tüketip kanımızın kimyasını bozmaktayız. Korkarım sizi de yakında kendilerine çekip sizi bizden uzaklaştırırlar.
İş adamının yüzünde hafiften bir gülümseme belirdi. Başını sağa sola sallayıp;

Bu konuda bana bir şey yapamazlar, TSK ile antlaşmam var, yurdumun insanı için ilk sıradaki hedefimiz bu bitkisel extratı ücretsiz eczanelerde Türk insanına sunmak. Üretim için yasal gereklilikleri de yerine getirdik. Oleuropein'i bundan böyle yurtdışından ithal etmeyeceğiz, ihraç edeceğiz” dedikten sonra da ekledi:

- Emine Hanım, siz ameliyat olmadan önce de bu zeytin yaprağı extratını kullansaydınız, Oleurpein kanserli ura ulaşıp onu parçalayacak ve yok edecekti. Siz şu an kurtulan şanslı hastalardansınız.

Şaşkın halim onu keyiflendirmişti. Devam etti:

- Evet, siz iyileştiniz bile. Kanser mikrobu şu an parçalandı ve yok olma aşamasında. Üç kür sonrası bu illet bedeninizden tamamen yok olmuş bilin.

İçim huzurla dolmuştu. Yıllardır ölen genç bilim adamları ve bir uçak kazasında şüpheli ölümleri ile basını günlerce oyalayan fizikçilerimizi düşündüm.

Türk ilim adamlarımız göğsümüzü kabartırken yüzyıla adını yazdırabilecek ve 25 üniversiteden onaylı, Faruk Durukan adlı bir Türk iş adamı “kansere” kesin çözüm bulmuştu.
Bana verdiği zeytin yaprağı kapsüllerini “seni yeniyorum bak, yarın daha iyi olacağım” duygusu ile içmekteyim.

Faruk Durukan’ı tanımak beni nasıl mutlu etmişti, anlatamam. Söyleşimiz bir saati bulmuştu. Beni iş yerine davet edip, “taştan nasıl su çıkarttım, gelin onu size izleteyim,” dediğinde merak duygularım daha da kabarmıştı. Öyle ya;

“Taştan nasıl su çıkarmış?”

Bir sonraki yazımda bu konuyu ele alıp, Faruk Durukan'ı iş yerinde ziyaret ettikten sonra söyleşimize kaldığımız yerden başlayıp öyle yazacağım.29.08.2009

Emine Pişiren/Edremit-Akçay

Kansere çözüm raylı sistem!

Kansere çözüm raylı sistem!

Amerikalı İlim insanları, "raylı sistem" bunun gibi kullanılan nanolifler yoluyla kanser tümörlerinin zehirli tabakalara ya da ameliyat için bünyenin daha güvenli bölgelerine taşınabileceğini açıkladı.

kansere-rayli-sistem-philodox.net

Kanser hücrelerinin taşındıkları yeni yerde bulunmamakta edilmesini öngören yöntemin henüz kişiler üstünde denenecek aşamada bulunmadığı belirtiliyor.
Georgia Teknoloji Enstitüsü'nden bir ekip, kanser hücrelerinin hareket etmek için "kullanmayı tercih ettiği" ve insan saçının binde biri kalınlığında nanolifler tasarımı yaptı.


Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde, kanser hücrelerinin bu lifler üstünden göç etmeye yönlendirilmesiyle beyin tümörlerinin küçüldüğü gözlendi.


Enstitü'deki araştırma ekibi, beyinde yayılma eğilimi gösteren ve glioblastoma ismi verilen tedavisi güç beyin tümörleri üstünde çalışma yapıyordu.


Kanserli hücreler sinirleri ve kılcal damarları kullanarak beyinde yayılıyor.


Nature Materials adlı İlim dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, nanofiber de denilen nanolif teknoloji, kanser hücrelerinin hareket etmekte kullandığı kanalları taklit ediyor.


Araştırmacılardan Profesör Ravi Bellamkonda, kanser hücrelerinin normalde bu doğal kanallara yapışıp onları raylı sistem bunun gibi kullanarak beynin öteki bölümlerine hareket ettiğini belirtiyor.


Bellamkonda, "Cazip bir alternatif. Lif yoluyla tümörleri öteki bir yoldan kendi seçtiğimiz yere etkili bir şekilde nakledebiliriz" diyor.


Ölümcül beyin tümörleri
Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde, tümörlerin bu yolla beyinden çekilerek vücuda özel olarak yerleştirilmiş zehirli bir jel tabakasına aktarılabileceği görüldü.


Beyin tümörü, nanoliflerin yerleştirildiği sıçanlarda, hiç bir tedavi uygulanmayan sıçanlara oranla % 93 oranda küçüldü.


Prof. Bellamkonda, BBC'ye yaptığı açıklamada, "Bu ilacı tümöre götürmek yerine tümörü ilaca götüren bir yöntem. Kendi seçtiğiniz bir yoldan tümörü taşıyıp öldürebiliyorsunuz; ekstra bir tümör yaratılmıyor, asıl tümör de küçülüyor." dedi.


Profesör, tümörün büyümesini denetim altında tutarak tümörün de tedavi edilemediği pozisyonlarda diyabet bunun gibi birlikte yaşanabilecek bir hastalık haline getirilebileceğini anlatım ediyor.


Bu yöntemin kanser ameliyatlarını kolaylaştırmak için de kullanılabileceği belirtiliyor.


Normalde kanser ameliyatlarında ur ve etrafını çevreleyen doku alınıyor; lakin beyin tümörlerinde etraftaki dokuyu almak fena sonuç doğurabiliyor.


Prof. Bellamkonda, doktorların beyin tümörlerini nanolifler yoluyla daha pratik ameliyat edilebilecek bir bölgeye taşıyabileceğini belirtiyor.


Yöntem şu ana kadar yalnızca sıçanlar üstünde denendi.


İngiltere Kanser Vakfı, ilginç bir düşünce olarak nitelediği yöntemin tedavide kullanılmasının erken olduğunu vurguladı.

Türk Doktor Kansere Kesin Çözüm Buldu..

Türk Doktor Kansere Kesin Çözüm Buldu..

Prof. Dr. Hayat Önyüksel, 20 yıllık çalışma sonucunda kanserli hücreleri tamamen yok eden bir ilaç geliştirdi.

Sadece kanserli bölgeyi hedef alan ve hiçbir yan etkisi olmayan ilaç hayvanlar üzerinde çok başarılı sonuçlar verdi. Amerika’da yaşayan Türk bilim insanı kanserde çığır açacak bir çalışmaya imza attı. Dünyanın en iyi eczacılık fakültelerinden biri sayılan ABD’deki Illinois Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin ilk kadın profesörü Hayat Önyüksel, kanserli hücreleri tamamen yok eden bir ilaç geliştirdi.
Damar yoluyla verilen ‘Nanomedicine’ isimli ilaç, kanserli bölgeye nokta atışı yapıyor. “Bunu hem laboratuar deneylerimizde hem hayvanlar üzerindeki deneylerle kanıtladık” diyen Önyüksel, “Çok heyecan verici bir çalışma. Şimdi hedefte kanserli kök hücreler var. ‘İlaç kök hücreleri de öldürüyor mu’ sorusuna cevap arıyoruz. Bunu laboratuar deneylerinde başardık. Sıra hayvanlar üzerinde denemeye geldi” diye konuştu.
Bugün gazetesinden Nesrullah Sonay’ın haberine göre; 2003′te Illinois Üniversitesi tarafından kanser ilaçları alanında yaptığı buluşlar ve araştırmalar nedeniyle “Yılın Mucidi” ve ayrıca aynı yıl “Yılın Kadını” seçilen Prof. Önyüksel BUGÜN’e konuştu. Bu ödülleri aldığı sırada henüz çalışmalarına yeni başlayan Önyüksel, çalışmalarında geldiği son noktayı aktardı:
TAMAMEN YOK ETTİK
Kanser hücrelerinin çeperinde çeşitli uyarıları alabilen bir protein (reseptör) saptadık. Laboratuvarımda geliştirdiğimiz hedeflendirilmiş kanser nano ilaçlarını yani ‘Nanomedicines’i, kana enjekte ediyoruz. Kana giren ‘Nanomedicines, reseptör aracılığı ile önce hücreyi buluyor. Ardından kanserli hücreye girip tamamen hücreyi yok ediyor. Bunu hem laboratuar deneylerimizde hem hayvanlar üzerindeki gösterdik.
HİÇBİR YAN ETKİSİ YOK
Geliştirdiğimiz ilaçların en büyük avantajı sadece hasta bölgeye hedeflenmesi ve sağlıklı bölgeye hiçbir zarar vermemesi. Böylece yan etkileri söz konusu değil. İlacı verirken direkt kansere enjekte etmiyoruz. İlacı kana veriyoruz. Nanomedicine kanda dolaşıp kanserli dokuyu kendi başına buluyor. Sadece bilinen bir kanseri değil başka yere sıçramış (metastaz) bir kanseri de bulup yok edebilir.
5 YIL SONRA PİYASADA
Bu gelişmeler çok heyecan verici. Şayet bu hedefli tedavi hastaların kullanabilecek haline geliştirilebilirse kanser ve romatizma gibi bir takım hastalıklar için en etkin tedavi yöntemi olacak. Bu şekilde hastaların tamamen iyileştirilmesi mümkün olacak. Ancak bunun için para ve zamana ihtiyaç var. Ne yazık ki ekonomik nedenlerden dolayı bugün insanlar böylesi yatırımlara girmiyor. Parası olanlar kısa zamanda geri dönüşü olan işlere yatırım yapıyor. Eğer gerekli yatırım yapılırsa önümüzdeki 5 yıl içinde insanlar üzerinde de deneyip piyasaya sürebileceğiz.
TIP ÇOK HIZLI İLERLİYOR
Benim çalışmam, hastalık geliştikten sonraki müdahale. Kanserin esas kökünü kazıyacak yöntem oluşumunu engellemektir. Yani kanseri yapan faktörleri engellemek mühim olan. Buna rağmen kanser, seneler önceki gibi korkulacak bir durum olmaktan çıkıyor. Tıp çok hızlı ilerliyor. Bu hızın devam etmesi halinde kanser çok öldüren önemli bir hastalık olmaktan çıkıp ikinci seviye hastalığa düşebilir.
Yeni hedefimiz kanserli kök hücre
Yeni araştırmalarında ‘Kanserli hücreyi öldürürken acaba kanserli kök hücreyi de mi öldürüyoruz’ sorusuna cevap aradıklarını söyleyen Prof. Dr. Hayat Önyüksel, “Bir kanser dokusu düşünün, ilacı bu dokuya uyguladığınızda kanser hücrelerini öldürüyor. Kanser büyükken gözle görülemeyecek kadar küçücük oluyor ve kanserin öldüğü düşünülüyor. Başta ‘tamamen bitti’ dediğimiz kanser 5 sene sonra kanser kök hücrelerinin etkinliğinden tekrar ortaya çıkabiliyor. Bu kök hücreler çok tehlikeli. Tedavide yani kemoterapide bu kök hücrelerin de öldürülmesi gerekiyor. Biz aynı reseptörlerin kök hücrelerin üzerinde de etkili olduğunu kanıtladık. Bu nedenden ilacın kanserli kök hücreyi de öldürebileceğini düşünüyoruz. Zira laboratuar deneylerimizde bunu kanıtladık. Sıra hayvanlar üzerinde denenmesine geldi. Eğer hayvanlar üzerinde yaptığımız deneylerde aynı sonucu alırsak o zaman ilacımız kanserli kök hücreyi de öldürüyor diyebileceğiz” diye konuştu.
Romatizmayı da iyileştiriyor
Prof. Dr. Hayat Önyüksel, özellikle meme kanseri üzerinde yoğunlaştığını belirterek şunları söyledi: “Ancak geliştirdigimiz hedefli nanomedicine pankreas, prostat gibi lokalize olan diğer kanser türlerinde de etkili oluyor. Aynı şekilde ilaç romatizma tedavisi için de önemli bir adım. Tıpkı kanserde olduğu gibi romatizmada da aynı şekilde hedefli etkiyi elde edebiliyoruz. Ben 20 yıldan fazla bir süre bunun üzerinde çalışıyorum.”
Türkiye’den mecburen ayrıldım
Türkiye’den hiç istemeyerek, mecbur kaldığı için ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Hayat Önyüksel, “Ama Amerika’da yaptıklarımdan çok mutlu oldum. Bundan sonra Türkiye’ye gelmeyi düşünsem bile bu pek mümkün değil. Orada kurulu bir düzenim var. Buraya dönmek her şeyi sıfırdan başlamak gibi olur benim için. Türkiye daha işin başında ve kuruluş safhasında. Ancak ileride daha güzel çalışmalar çıkacaktır. Türkiye’ye benim gibi belli seviyeye gelmiş kişilerden ziyade yeni yetişmiş enerji ve fikirlerle dolu kişileri bulup iyi olanaklar verilmeli. Bu şekilde başarı elde edilmesi mümkün” dedi. teknoloji

Kansere "alternatif" çözüm

Kansere "alternatif" çözüm

16 Eylül 2000 / SEZAI KALAYCI
Telefondaki ses "Kansere yönelik ABD'de uygulanan ilginç ve çok başarılı sonuç veren bir yöntem var, haberiniz var mıydı?" diyor. Başlangıçta çok iddialı gelen bu cümlenin peşinden koştuğumuzda gerçekten ilginç, ilginç olduğu kadar sonuçsal olarak büyük oranda bilimsel verilere dayanan bir manzarayla karşılaştık.
Bu cümle bizi İzmir'in Ödemiş ilçesine götürdü. İddialı cümlenin önemli bir tarafı bu ilçedeydi. Aksiyon ekibi olarak Ödemiş'te bir bilim adamının biraz da kuytularda kalmış tesbit ve yöntemlerini öğrendikçe bunların Aksiyon okurları tarafından da paylaşılmasını istedik. Kansere çözüm... Gerçekten iddialı. Ancak dosyayı tümüyle okuduğunuzda karşınızda alternatif metodların varlığını göreceksiniz.

Yediğimize—içtiğimize dikkat!

Yaşam sürüp giderken soluduğumuz havadan, içtiğimiz sudan ve besin maddelerinden savunma sistemimizi zayıflatan veya çökerten bir sürü madde bünyemize girer. Buna ilaveten, gıdalarda bulunması gereken ve bağışıklık sisteminin sağlıklı çalışması için olmazsa olmaz nitelikte bazı maddeler, üretim politikalarının ekonomik hedefe yönlendirilmesi yüzünden tamamen yok olmuştur.

Büyük küçük bütün şehirlerimizde şebeke suları klor ile temizlenmekte. Halbuki klorun, sudaki organik maddelerle etkileşerek Trihalometan dediğimiz çok güçlü bir kanserojene dönüştüğünü söylüyor uzmanlar. Bu tehlikenin farkına varan Batı, tüm şehirlerinin musluklarından akan suları oksijenle arıtmakta.

Sosis, salam, sucuk gibi et mamülleri ise, taze görünümleri bozulmasın diye nitrit veya nitrat katkı maddeleriyle hazırlanıyor. Bu katkı maddelerinin etin moleküler yapısı ile etkileşip yine etkili bir kanserojen olan nitrosamine dönüştüğünü söylüyor doktorlar.

Meyve ve sebzelerimizin durumu da içler acısı. Artık yerli tohum bulmak neredeyse imkansız hale geldiğinden, yurt dışından aldığımız tohumlarla bu açık giderilmeye çalışılıyor. Ancak, mutfaklarımızda en çok kullanılan domates, patates, biber, patlıcan vb, sebzelerin tohumlarının üzerinde oynanan genetik oyunlar ve üretimi çoğaltmak, mahsulü daha iri hale getirmek uğruna kullanılan hormonlar bu besin maddelerini kanserojen hale getirmekte.

Dar bir sahada uzun süre aynı toprağı işlemek, tarlanın tüm minerallerini yok etmekte. Bunu telafi etmek için kullanılan azotlu, potasyumlu ve fosforlu yapay gübreler üretilen sebzede bulunması gereken tüm hayati niteliklerin kaybına neden olmakta.

Kanser korkulu rüya olmaktan çıkıyor

Her yıl yaklaşık 500 bin insanımıza kanser teşhisi konmakta. Dünyada ise yine her sene milyonlarca insanın canını alan ve almakta olan son yüzyılın belalısı kanser, artık korkulu rüyamız olmaktan çıkma noktasında. Yıllar önce keşfedilen ancak bazı çevrelerin kamuoyundan sakladığı bir yöntem ile, kanserin birçok türü, geç teşhis edilse bile tedavi edilebiliyor. Bu tedavi yöntemi ile kansere karşı yüzde 90'lar oranında bir başarı sağlanmış durumda. Peki bu tedavi yöntemi nedir? Nasıl uygulanır? Bugüne kadar uygulanan klasik tedavi yöntemleri neden başarısızdı? Bu yeni yöntemin maliyeti nedir? Bunun gibi soruların cevabını aşağıda okuyacaksınız.

Ancak bunları okumadan önce yıllarını tıp bilimine adamış bir insanın kanserle mücadelesine ve bugün geldiği noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz.

Bir doktorun kanserle savaşı

1914 yılında doğan ve tıp alanındaki parlak başarılarıyla dikkat çeken doktorumuz, 1943 yılında Diseksiyon Atlası kitabını yayınladı. Bu kitap Türkiye'de yayınlanan bu alandaki ilk telif eser oldu. Doktorumuzun asıl başarısı 1960 yılında gerçekleşti. Bu yıllarda ABD'de bir hastanede çalışan doktorumuza, çok sevdiği bir hocası tarafından şeffaf beyin modeli yapması söylenir. Bir sene bunun üzerinde çalışan doktorumuzun yaptığı 'Şeffaf Beyin Modeli', 1960 senesinde ABD Tabipler Birliği'nin Miami şehrinde düzenlediği Bilimsel Araştırma Toplantısı'nda bin 800 eser arasından birinci seçilir ve Billing Altın Madalyasını kazanır.

Bu tarihten itibaren Türkiye'ye geri dönen doktorumuz kendisini İzmir'in Ödemiş ilçesinde insanların hayatlarını kurtarmaya adar. Birçok meslektaşının aksine büyük şehirlerde ve hastanelerde çalışmak yerine Anadolu'nun küçük bir kazasında çalışmayı tercih eder. Yıllar birbirini kovalar ve takvimler 1993'ü gösterdiğinde doktorumuzun hayatında çok önemli bir olay gerçekleşir. Zira kendisine kanser olduğu söylenir meslektaşları tarafından. Birden hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer. Ne de olsa bu hastalıktan kurtuluşun olmadığını iyi bilmektedir. Neyse ki kendisini çabuk toparlar ve teşhis konduğu gece aklına yıllar önce yabancı bir dergide okuduğu bir makale gelir. Meslektaşlarının ısrarına ve ricalarına karşı gelerek klasik kanser tedavisinin uygulanmasını reddeder. Okuduğu makale onun ABD'ye gitmesine neden olur. Çünkü bu makaledeki tedavi yalnızca bu ülkenin San Diago şehrinde bir klinikte uygulanmaktadır. Doktorumuz da burada iki hafta tedavi gördükten sonra tekrar Türkiye'ye döner. Girdiği checkup'lar sonunda artık vücudunda kanserli hücre kalmadığını görecektir doktorumuz.

Yukarıda kısa bir özgeçmişini verdiğimiz kişi Op. Dr. İlhami Güneral'dir. İzmir'in Ödemiş ilçesinde doktorluk mesleğine devam eden Güneral, kendisini adeta kanserli hastaların iyileşmesine vakfetmiş durumda. Peki neden kanser teşhisi konduğunda klasik kanser tedavisine 'hayır' dedi İlhami Güneral? Bunu kendisi şöyle açıklıyor; "Klasik kanser tedavi yönteminin hasta üzerinde ne sonuç verdiğini mesleğim gereği çok iyi biliyordum. Ben prostat kanseri olmuştum. Bu kanseri kimileri küçümser ama unutulmamalı ki iki Fransız Cumhurbaşkanı bu kanserden hayatlarını kaybetmiştir. Yani sizin anlayacağınız klasik tedavi yöntemi ile bu hastalıktan kurtuluş şansım yoktu."

Evet hemen hergün gazete sayfalarında kanserle savaşta yeni bir yöntemden ya da ilaçtan bahsediliyor ve yakında kanserin korkulu rüyamız olmaktan çıkacağını yazıyorlar. Fakat çevremizde ve dünyada insanlar bu hastalıktan ölmeye devam ediyor. Resmi kanser tedavisinin bu başarısızlığı ister istemez insanların farklı alternatiflere yönelmesine ve derdine deva aramasına neden oluyor. Kimileri dualarla, kimileri yatır ziyaretleri ile, kimileri otlarla, kimileri de yiyeceklerle bu amansız derde derman arıyor. 'Denize düşen yılana sarılır' atasözünü haklı çıkaran kanserli hastalar yaşamlarını sürdürebilmek için her yolu deniyorlar. Lakin sonuç genelde hep aynı ve hasta...

Klasik kanser tedavi yöntemi nedir?

Dr. İlhami Güneral'in 'klasik kanser tedavisi yöntemleri' ifadesiyle kastettiği, hemen hepimizin bildiği kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi müdahaledir. Cerrahi, radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (ilaç tedavisi) tedavi yöntemlerinde (bunlar onaylanmış üç kanser tedavi yöntemidir) kaydedilen tüm teknolojik ilerlemelere rağmen, kanserden dolayı ölüm oranlarında hiçbir azalma olmamıştır. Cerrahi müdahalenin bazı durumlarda faydalı olduğunu ve diğer iki yöntemin yararlı olması bir tarafa birçok kanser türünde insan hayatını kısalttığını söylüyor Güneral. Kemoterapinin ve radyoterapinin yüzde itibariyle çok düşük kimi kanser türü dışında kanserli hastalara hiçbir yarar sağlamadığı gibi çoğu kez hastanın ömrünü önemli ölçüde kısalttığını iddia ediyor. Bu iddiasını da şöyle açıklıyor; "Bizde hâlâ kullanılan kemoterapetik ilaçlar artık tıp camiasında alay konusu olmaya başladı. Örneğin 5FU Amerikalı doktorlar tarafından harfler kelimeye dönüştürülerek 'Five Feet Under' yani 'bir buçuk metre aşağıya' diye okunmaktadır. Anlamı da mezara girmektir. Diğer bir ilaç ise, BCNU, 'Be seeing you' yani 'görürsün gününü' diye okunmaktadır. Ayrıca Methotrexte ilaç kutularında Amerika'da şöyle bir uyarı vardır; 'Bu ilaç anti—metabolik kemoterapi uzmanları tarafından uygulanabilir. Toksit ve hatta ölümle sonuçlanabilecek etkisi doktor tarafından hastaya önceden bildirilmeli ve hasta sürekli olarak doktorun kontrolü altında tutulmalıdır.' Gelin görün ki aynı ilacın bizdeki kutularında böyle bir ikaza rastlayamazsınız. Tıp camiası için herhangi bir hastalığı iyileştirmenin yanında, aynı derecede önem arzeden diğer bir konu da bu hastalığa sebebiyet veren etkenleri minimuma indirmek hatta mümkünse yok etmektir. Ancak klasik kanser tedavisinde bu hep gözardı edilmiştir."

Klasik kanser tedavisine kimler ne diyor

Yıllardır kanserli hastalara tek kurtuluş reçetesi olarak sunulan kemoterapi ve radyoterapi hakkında Nobel Ödülü almış doktorlar da veryansın ediyor. İki kez Nobel Bilim Ödülü kazanan Dr. Linus Pauling, "Herkes şunu bilmelidir ki, konvansiyonel kanserle savaş büyük bir sahtekârlıktır" diyor. Milli Kanser İstişare Komisyonu'nda uzun süre çalışan ve de DNA'nın çift heliks (sarmal) yapısını keşfeden yine Nobel Ödüllü Dr. James Watson daha da sert konuşuyor, "Bu kanser savaşı hikayesi bir öbek dışkıdan başka birşey değildir" diyor. Ve nihayet büyük araştırmacı Dr. Robert Atkins ise; "Hiçbir işe yaramadığını bile bile hastasına kemoterapi uygulayan bir doktor hoşgörülü tabirle bir budala ve gerçek anlamda ise bir canidir" diyor. California Tıp Okulu Üniversitesi'nden Dr. Alan Lerine, "Bu ülkede kanserlilerin çoğu kemoterapi yüzünden ölüyor. 10 seneye yakın bir süreden beri istatistiklerin kanıtladığına göre göğüs, kolon (bağırsak) ve akciğer kanserlerinde kemoterapi tamamen etkisizdir. Ve de yan etkisi yani bağışıklık sistemine verdiği zarar yüzünden ölümü çabuklaştırmaktadır."

Kişisel çıkışlarla kalmıyor klasik kanser tedavisine eleştiriler. Amerika başta olmak üzere birçok ülkede bazı kuruluşlar ve toplantıların sonuç bildirilerinde bu yönteme veryansın ediliyor. ABD Senatosuna bağlı Office of Technology Assessment yani Teknoloji Değerlendirme İdaresi'nin raporu şöyle; 'Yapılan incelemelerle görülmüştür ki, konvansiyonel tedavi kanser vakalarının sadece yüzde 10—20'sinde etkilidir. Yine de kanser potansiyeli mevcut kaldığı sürece bu etki kısa sürelidir.' ABD gibi teknolojik olarak önde olan bir ülkede klasik kanser tedavisi ile ilgili çarpıcı bir örnek de şöyle; '1970'lerin başında ABD Başkanı Nixon, 'Kanserle Savaş' diye isimlendirdiği bir hareket başlatmıştı. Milyarlarca dolar harcanarak sürdürülen bu savaş büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. Çünkü aynı süre içinde kanserden ölüm oranı yüzde 5 artış göstermişti.'

American Cancer Society (ABD Kanser Cemiyeti) raporu oldukça uyarıcıdır; '1900'de her 100 ölümden 4'ü kansere bağlı iken, 1988'de bu rakam yüzde 20'ler dolayında gerçekleşmiştir.' Ayrıca Medi Trend mecmuasının 1991—1992 sayısında ABD Hastaneler Birliği'nin şöyle bir raporu yayımlandı; '1990'larda ülkemizdeki kanserli adedi iki misline çıkacak ve 21. yüzyılda kanser kalp hastalıklarından daha fazla can alacak.'

Klasik kanser tedavisi ilaç

firmalarının işine mi yarıyor?

Klasik kanser tedavisine yönelik bunca sert eleştirilere rağmen, bu yöntemler hâlâ insanlar üzerinde uygulanıyor ve tıp camiası alternatif yöntemleri zikredenleri bile aforoz ediyor. Klasik kanser tedavisinin, ilaç firmalarına ve onların taşeronu olan bir kısım doktorlara sağladığı yararlardan başka, kimseye bir fayda getirmediğini söylüyor Dr. İlhami Güneral ve ekliyor, "Görülüyor ki, bugün ülkemizde dostlar alış—verişte görsün diye rastgele kullanılan kemoterapi ilaçları sadece ilaç firmalarına yarar sağlamaktadır. Bunun daha iyi anlaşılması için insanların geçmişe şöyle bir bakması daha sağlıklı olur. Örneğin, 1928 yılında Fleming, Penisilini keşfetti. Ancak o zamanlarda 'sulfamit grubu' vardı. Buna muazzam paralar yatırılmıştı. İlaç firmaları bu yatırımı kurtarmak için türlü baskılara başvurmuş ve tam 12 yıl, penisilin üretimini sabote etmişti. Ancak II. Dünya Savaşı'nda binlerce asker ve sivil enfeksiyondan ölünce akılları başlarına geldi ve üçbuçuk ay gibi kısa bir sürede hastalar tedavi edildi penisilinle." Dr. Güneral'in ortaya atmış olduğu iddia pek yabana atılır türden değil. Çünkü ABD başta olmak üzere gelişmiş Batı ülkelerinde ilaç sektörü öylesine güçlenmiş durumda ki, onların yıllık ciroları Türkiye'nin bütçesine tekabül etmekte.

Tıp camiasına yenilikleri kabul ettirmek hiç de kolay değil. Paracelsus'dan, Pasteur'e kadar tam 400 yıl boyunca cerrahlar ameliyattan önce ellerini yıkamamakta direnerek yüzbinlerce hastanın ölümüne neden oldular. Mikroptan söz eden Pasteur, yaşamının büyük bölümünde meslektaşları tarafından alay konusu edildi. Ve nihayet Dr. Jenner, milyonlarca hayat kurtaran çiçek aşısının nasıl etki gösterdiğini açıklayamadığı için tıp dünyasının hücum ve baskılarıyla karşılaşmıştı. Oysa ilim deneylerle tesbit edilmişse artık bilimdir.

Dr. İlhami Güneral'e klasik kanser tedavisinin neden hâlâ uygulanmakta olduğunu sorduğumuzda ise ilginç bir açıklama yapıyor; "İşadamları arasında şöyle bir söz vardır; 'yeni keşfe para yatıracak servet sahibi, eski yatırımının yok olacağından habersiz budaladır' diye. Ayrıca bugün ABD'de bütün hastaneler ilaç sanayiinin emri altındadır. Bu durumdaki hastanelerin ilaç firmalarını karşılarına alarak alternatif tedavi yöntemlerine yönelmeleri çok zor hatta imkansızdır."

Klasik kanser tedavisi

ömrü azaltıyor mu?

Klasik kanser tedavisi yöntemlerinden olan kemoterapi ve radyoterapinin hasta üzerinde uygulanırken hem tümörlü hücreleri hem de sağlıklı dokuları yok ettiğini ve bu uygulamanın yarardan çok zarar verdiğini iddia ediyor Dr. Güneral. Kemoterapi ve radyoterapi, kanserli hastaların yemek yiyebilme kabiliyetini ve iştahını azaltmakta. Bunun neticesinde vücudun gereksinim duyacağı besin maddelerinin alınmasını engellediğinden, kemoterapi ve radyoterapi, yarar yerine hastalara zarar vermekte. Klasik kanser tedavisinde, kısmi olmak şartı ile, başarı oranı ancak yüzde 10—20 arasında.

Ancak Dr. Viriginia Livingston'ın keşfettiği ve bugün ABD'de hâlâ kendi kurmuş olduğu klinikte uygulanan yeni tedavi yöntemi ile kanser tedavisinde yüzde 90'lar seviyesinde bir başarı elde ediliyor. Kanserin sebebi, belli çevrelerde hâlâ ciddi bir tartışma konusudur. Bazı viroloji (virüslerle ilgilenen tıp dalı) uzmanları kanserin virüs enfeksiyonu sonucunda ortaya çıktığını öne sürmekte. Onkologlar ise, çoğu kanser türünün kimyasal maddeler veya radyasyon etkisiyle mutasyona uğramış hücrelerin kontrölsüz çoğalmalarının sonucunda ortaya çıkan yumrulardan ibaret olduğunu savunuyorlar. Dr. Viriginia Livingston—Wheeler ve çalışma arkadaşları, 40 yıl boyunca sürdürdükleri deneyler sonunda kanserin, tüm canlılarda, doğumdan ölüme dek var olan bir mikrop yüzünden oluştuğunu kanıtladılar. Ayrıca, pleomorfik karakterde olan bu mikrop filtreden geçebilecek kadar küçülebildiğinden 1910'da Dr. Peyton Rous'yu yanıltmış ve virüs olarak yorumlamıştı. Bu organizma aynı zamanda konak hücreleri melezleştirebilecek ve bu yolla onlara istila edici ve toksik özellikler kazandırabilecek bir genetik mühendislik becerisi ortaya koyabilecek güce de sahiptir.

Kanser tedavisi devrimi gerçekleşiyor

Dr. Virginia Livingston 1947'de bir mektebin doktorluğunu yaparken kendisine müracaat eden hemşirenin parmak uçlarında ve burun bölmesinde yaralar görüyor ve Scleroderma ile birlikte seyreden bir Reynaud hastalığı ile karşılaşıyor. Merakla her iki yaradan aldığı parçaların mikroskobik tetkikinde o zamana kadar rastlamadığı verem basiline benzer bir mikrop görüyor. Mikrobun Scleroderma ile bir ilgisinin olup olmadığını anlamak için kobaylar üzerinde deneyler yapıyor, hayvanların hepsinde Sclerodermayı andıran değişikliklerin yanı sıra beklemediği bir başka oluşum görüyor. Kanser olasılığı 500 binde bir olan kobayların yüzde 25'inde kanser teşekkül ediyor. Bu deneyler sonucunda kanserin mikrobik bir hastalık olduğunu keşfediyor Dr. Viriginia Livingston. Dr. Virginia bu mikroba Progenitor Cryptocides (P.C.) adını verdi ve elde ettiği sonuç büyük bir keşif kapısını araladı.

Dr. Viriginia deneylerini genişleterek ameliyathanelerde taze ve steril kanser dokularını alarak inceledi ve hangi kanser türü olursa olsun hep aynı mikroba rastladı. Bu sıralarda tavuk çiftliklerini kasıp kavuran bir lökosis (bir kanser türü) salgını hüküm sürüyordu. Dr. Viriginia bu çiftliklerden topladığı hasta tavukların kanından elde ettiği mikroplarla bir aşı yaptı. Aşıyı hasta tavuklar üzerinde denedi. Ölmek üzere olan tüm hayvanlar birkaç saat içinde ayağa kalktılar. Buradan şu sonuca vardı Dr. Viriginia ve çalışma arkadaşları, 'kanser mikrobundan elde edilen aşı, kanseri tedavi ediyordu.' Dr. Viriginia son olarak bunu Koch kanunu ile denedi. Bu kanun dört koşulu içeriyordu;

1. Sebep olarak ileri sürülen mikrop, o hastalığın her vakasında görülmeli.

2. Bu mikrop hasta canlıdan alınıp yapay bir ortamda üretilebilmeli.

3. Üretilen bu mikrop, o hastalığa yakalanabilen bir hayvana aşılandığında aynı hastalığı oluşturmalı.

4. Bu son hastadan alınan mikrop bir kültür ortamında yeniden üretilebilmeli.

Dr. Viriginia'nın bu uygulaması başarı ile sonuçlandı. Dr. Livingston'un kanser tedavisinde önemli buluşlarından biri de, mikrobun memelilerin üremesinde olmazsa olmaz nitelikte bir hormon olan Coriogonadotropin salgıladığını keşfetmesidir. Bu hormon, aşılanmış yumurtayı kamufle ederek, gelişmekte olan fetüsü bağışıklık sisteminin hışmından koruyordu. Fakat kanser oluşumuna neden olan bu mikrop aynı hormonla kanseri de kamufle ederek bağışıklık sistemi tarafından deşifre edilmesini önlüyordu.

Dr. Viriginia yazdığı kitabında yeni tedavi yöntemini şöyle anlatıyor; "Aside dirençli olduğunu keşfettiğim ve Progenitor Cryptocides olarak adlandırdığım organizma, tüberküloz ve cüzzama neden olan basillerin birinci dereceden akrabası olan bir basildir. P.C. mikrobu hem 'iyi adam', hem de 'kötü adam'dır ve bu nedenle Zorunlu Simbiyont (ortak yaşam süren canlı) olarak adlandırılır. Progenitor Cryptocides tüm kanserlerin etken unsurudur. Bu mikrop bütün hücrelerimizde bulunmakta ve onu kontrol altında tutabilecek olan da yalnızca bağışıklık sistemimizdir" diyor.

Yani kötü beslenme, enfekte olmuş besinler veya yaşlılık nedeniyle bağışıklık sistemimiz zayıfladığında, bu mikrop tutunacağı bir nokta bularak kanserleşen hücreleri tümörlere dönüştürüyor. Daha anlaşılır bir ifade ile, bu mikroplar zorunlu bir ortak yaşam (sembiyoz) sürdürmekte, yani normal hücrelerde sembiyot (ortak yaşam sürdüren organizma) olarak bulunmakta, yalnızca yaraların iyileşmesi sürecinde ortaya çıkmakta. Fakat bağışıklık sistemi ve beslenme ile kontrol altında tutulmadığında, hücre DNA'sına müdahale ederek tümör hücreleri oluşturmakta. Bu normal bir hücre fonksiyonu olmakla birlikte kontrolden çıktığında patojenik bir duruma dönüşmekte.

Bir bakterinin, bakteriye hiç benzemeyen biçimlere bürünecek kadar çok biçimli (pleomorfik) olabilmesinin kendisini çok etkilendiğini söyleyen Dr. Viriginia, "O yıllarda, bir organizmanın virüs mü yoksa bakteri mi olduğuna, özel bir filtreden geçip geçmediğine bakılarak karar veriliyordu. Çok küçük boyutlarda olan virüsler bu filtreden geçiyor, daha büyük olan basiller ise geçemiyordu" diye yazıyor kitabında.

Yine Dr. Viriginia kitabında kanser tedavisinde uyguladıkları yöntemin artık yavaş yavaş kabul gördüğünü şöyle anlatıyor: "Laboratuarımızdaki deneyler ve defalarca elde ettiğimiz klinik başarılarla, kanserin immünoterapiyle önlenmesinin mümkün ve tedavisinde iyi beslenmenin ne kadar önemli olduğunu defalarca kanıtlamış olmamıza rağmen, bu kavram tıp dünyasında yeni yeni kabul edilmektedir."

Alternatif yöntemle nasıl tedavi ediliyor?

Bağışıklık sistemimiz sayısız hastalığa karşı vücudumuzun tek koruması. Hastalığa yol açtığını bildiğimiz maddelerin yanısıra, vücudumuzda potansiyel olarak hastalık oluşturabilecek binlerce madde de bu sistem tarafından yok ediliyor. Yine hastalığın yok edilmesini takip eden onarım ve iyileşme sürecine de bu sistem katkıda bulunuyor. Bağışıklık sistemi, vücudumuzu hem içeriden (kendi biyokimyasal reaksiyonlarımızın yan ürünleri) hem de dışarıdan gelen saldırılara (bakteriler, virüsler, zehirler v.b) karşı korur. Bu sistem neyin vücudumuzun parçası olduğunu, neyin olmadığını bilir. Eğer böyle bir sistem olmasa insan ömrü haftalarla ifade edilebilecek kadar kısa olurdu ya da bütün hayatımızı yalıtılmış bir oksijen çadırında geçirmek zorunda kalırdık.

Hepimizin vücudunda kansere yol açan mikroorganizma bulunur. Vücudumuzda kanser gelişmesini önleyen bağışıklık sistemimizdir ve yine kansere gelişme imkanı sağlayan da bağışıklık sistemimizin çöküşüdür. Bağışıklık sisteminin çöküşünü sağlayan nedenler ise, trans mineral diye bildiğimiz eser minarellerdir. Bu minarelleri sebzelerden, meyvelerden yani doğal ortamda yetişen bitkilerden alabiliyoruz. Bütün hastalıklara karşı savaş veren ve bizi hayatta tutan bağışıklık sisteminin her zaman güçlü olması gerekiyor. Dr. Viriginia'nın kanser tedavisinde uyguladığı yöntemin temelini de bu oluşturuyor. Dr. Viriginia'nın kliniğinde kanser tedavisi kısaca şöyle uygulanıyor:

* Hasta kliniğe geldiğinde idrar örneği alınıyor. Bu idrarın kültürü yapılıyor ve P. Cryptocides (P.C.) organizmaları ayrıştırılarak otojen aşı hazırlanmasında kullanılıyor. Bu işlemler yaklaşık üç hafta sürüyor.

* İzole edilmiş P. Cryptocides'ler kullanılarak, hangi antibiyotiklerin hastaya yardımcı olabileceğini saptamaya yönelik antibiyotik duyarlılık testleri gerçekleştiriliyor.

* Tübönnikrosis faktör denilen TDNF sağlıklı hasta yakınından alınarak, hasta olan kimseye enjekte edilir.

* Haftada iki defa idrar kültürü yapılıyor.

* Hasta her muayeneye geldiğinde, canlı—boyanmış taze kan damlaları üzerinde karanlık—alan ve aydınlık—alan mikroskop incelemeleri yapılıyor. Bu, hastalığın ilerleyişinin gözlenmesi için yapılan rutin bir testtir.

Bunların dışında hastalara diyet programı uygulanır. Bu diyet, tedavinin temel taşlarından biridir.

Diyet neleri kapsıyor?

Unlu mamüllerde kullanılan yumurtalar da dahil olmak üzere tüm kümes hayvanı ürünleri diyetten çıkarılıyor. Bununla birlikte her tür şeker de yine diyet dışında tutuluyor. Çünkü mikroplar şekeri, demiri ve bakırı çok sever diyor Dr. Viriginia kitabında.

Konuyla ilgili olarak daha fazla bilgi edinmek isteyenler Dr. Viriginia Livingston'un yakında yayınlanacak olan 'The Conquest of Cancer' yani 'Kanserin fethi' adlı kitaptan temin edebilirler.

Güneral; "Doğal beslenme

kanserin düşmanı"

Anadolu'nun bir köşesinde 86 yaşındaki ihtiyar bir doktor, İlhami Güneral, kendisini kanser tedavisine vakfetmiş bir insan. Ancak onca kanser tedavisinin varlığının kamuoyuna açıklanmamasını da içine sindiremiyor ve "Onkologlarımızın, akademisyenlerimizin özellikle sağlık bakanlığımızın kanserle ilgili o kadar tedavi yönteminden haberleri yok mu? Kanserle ilgili gerçekleri Sağlık Bakanlığı bilmiyorsa gerçekten utanç verici, yok eğer biliyor da susuyor ve gereken tedbirleri almıyorlarsa bu bir günah ve mesleğe ihanettir" diyor.

Tıp mensubu için önlemin tedaviden de daha önemli olduğunu belirten Güneral, "Bazı okurlarınız besin maddelerinin kansere yol açtığı konusunu abartığımı düşünebilirler, bu nedenle global diyeceğim iki olaydan bahsedeceğim. 1940'ta Naziler, Polanya'yı işgal ettiklerinde ülkedeki istatistikçiler yıllık kanser ensidantını 180 bin olarak gösteriyorlardı. Dört yıl süren işgal sonunda rakam 120 bine inmişti. Çünkü işgal esnasında kanserojen nitelikte ne varsa sosis, salam, rafine un, sigara, alkollü ve alkolsüz içkiler, konserveler piyasadan kalkmıştı. Halk, bahçesinde yetiştirdiği ya da denizden elde ettiği ürünlerle yetinmişti" diyor.

Pasifik'te Torres takım adalarında görevli Dr. Nimmo'nun hatıralarında şöyle yazdığını dile getiriyor İlhami Güneral, "13 yıl süren ada hayatımda 4 bin yerli arasında tek bir kanser olayına rastlamadım. Fakat adaya gönderilen 300 dolayındaki memurdan 33'ünde kanser gördüm. Yerliler tamamen doğal yollarla elde ettikleri sebze, meyve ve balıklarla beslenirken, beyazlar sözüm ona medeniyetin ürünü olan konserveler, şekerli gıdalar ve et mamülleri ile besleniyorlardı."

Son olarak Op. Dr. İlhami Güneral, bir insan üzerinde gerekli etüdlerin tam olarak yapılması halinde kanser teşhisinin bir sene önceden konulabileceğini iddia ediyor.

Tüm bunlar sizce de çok iddialı teşhis ve tesbitler mi?

E mail: kalayci@mail.zaman.com.tr

Kansere Bitkisel Çözüm

Selçuk Kaya 


350 çeşit bitki özü karışımından oluşan bitkisel ilacın kanser hastaları için umut olduğunu söyleyen herbalist Selçuk Kaya, bitkilerle kısırlık, egzama ve menopoz tedavisinde de başarılı sonuçlar elde ettiğini belirtiyor. 
Bitkisel tedavi metotları neredeyse insanlık tarihine eş bir olay. Modern tıbbın gelişmesiyle birlikte bir çare unsuru olarak bir köşeye atılan bu tedavi yöntemi, son yıllarda bütün dünyada önemini artıran bir seyir izliyor. 'Alternatif tıp' adıyla gündeme gelen bu bitkisel tedavi yöntemini uygulayanlara ise herbalist deniyor. Herbalist Selçuk Kaya da, 600 yıldır bu işi yapan bir ailenin ferdi olarak bitkisel tedavi yöntemini sürdüren bir kişi. 
İngiltere'de altı yıl boyunca eğitim alan Kaya, bitkilerle kısırlık, egzama ve menopoz tedavisi uygularken, her türlü kansere de bu yöntemle bir iyileşme sağlandığını iddia ediyor. Kaya'nın kanserli hastalarına uyguladığı yöntemin adı Tian Xian adını taşıyor. ABD bulunan Prf. Dr. Baywang hem kanser araştırmacısı, hem de profesör, aynı zamanda İngiltere kraliyet ailesinden onur madalyası almış bir kişi. 
Tian Xian'ın 350 çeşit bitki özünün karışımından oluşan kanser ilacı, 91'den bu yana dünyada 50 bin hastayı iyileştirmiş. Sekiz aydan bu yana Türkiye'deki hastalarında bu tablet şeklindeki ilacı kullandıran herbalist Kaya sonuçtan oldukça memnun görünüyor. Metastas oluşumunu engelliyor ve kanserli radikal hücreleri bloke edip sıkıştırarak küçültüyoruz. diyen Kaya, bu ilaçla birçok hastaya olumlu yanıt aldıklarını belirtiyor. "Türkiye'de en çok kemoterapi yapılıyor. Biz bu yöntemin yan etkilerini azaltan bitkisel ilaçlar da yaptık. Kanserde onkoloji tedavisinin faydası azdır. Isırgan otunun da faydası yoktur." diyerek bütün farmakolojik testleri yapılmış Tian Xian ilacının kanserli hastalar için umut olduğunu söyleyen Selçuk Kaya, ilacın Amerika İlaç Dairesi (FDA) tarafından da onaylandığını ve serbest dolaşım hakkının bulunduğunu ifade ediyor. 
Kişinin hastalık derecesine göre değişen ilaçların aylık kürü 1000 dolar. İlacın faydalı olduğunu kişisel görüşmelerde doktorların da kabul ettiğini; ama açıklayamadıklarını söyleyen Kaya, dünyada bu ilaçla iyileşen hastaların hikayesi ile ilgili bir kitabın da yayına hazırlandığını kaydediyor. 
Herbalist Selçuk Kaya'nın bitkisel tedavi çalışmaları sadece kanserle sınırlı değil. Kadınlarda ateşlenme, yanma ve sıkıntıya yol açan menopozu yan tesiri olmadan bitkisel ilaçla ortadan kaldırdıklarını belirten Kaya, "Ülkemizde halen hastalara ostrojen hormonu veriliyor. Oysa tek bir bitki özü ile bu engellenebilir." diyor. Kaya'nın uzman olduğu ve başarı sağladığı bir diğer alan da kısırlık. Her 100 aileden 15'inde problem olduğunu kaydeden Kaya, hastaların tahlil raporlarına göre vitamin destekli bitki tohumlarından hazırlanan kürler yapıyor. Bu sayede hamile kalan çok hastası olmuş. Erkek kısırlığında sperm artışını % 85 oranında artıran yöntem, bayanlarda da tüplerin açılması ve yumurtalıkların daha iyi çalışmasını sağlıyor. Bunlardaki başarı oranı ise % 75. "20 yıl sonra bile hamile kalanlar var, Kayseri'den Elmas Yılmaz hanım 20 yıl sonra hamile kalmıştır. Ama 35 yaş üzerindeki hastalarda başarı şansı az." diyor Kaya. 3 ay süren bu bitkisel tedaviyi daha çok, tüp bebek yaptıracak kişiler uyguluyor. Bu tedaviler ise 300 milyon lira ile 1 milyar lira arasında değişiyor. Deride çıkan egzamaların tedavisinde % 95 garanti veriyor. Egzama tedavisi ise 150 milyon liraya çıkıyor. 
"Allah şifayı bitkinin içine koymuş. Biz onu kullanıyoruz." diyen Selçuk Kaya'nın amacı ileride egzama tedavi merkezi ile bitkisel terapi yöntemleri kliniği açmak. Bitkisel ilaçlara büyük ilaç firmalarının ön ayak olarak geliştirmeleri gerektiğini söyleyen Kaya, www.kansereson.com ile www.kisirligason.com adlı internet sitelerinden çalışmalarını duyuruyor. 
Tıp umut kesmişti, hâlâ yaşıyor... 
Beyin tümörü olan ve hayatından ümit kesilen 52 yaşındaki Ali Ürün, ışın tedavisinden sonra görme yetisini kaybetmişti. Eşi, "Büyük şok yaşadık, kefenini bile açmıştık. Doktorlar 34 günlük ömür biçmişti." diyerek hastalığın seyrini anlatırken, bitkisel kanser ilacı ile eşinin yeniden hayata döndüğünü ifade ediyor. "Bu ilacı kullandıktan 4 gün sonra gözleri açıldı ve iyileşme gösterdi. Aradan bir ay geçti, yemeğini yiyor ve saç dökülmesi de durdu." diyen Ali Ürün'ün eşi Numune Hastanesi'ndeki doktorunun da bu iyileşmeye inanamadığını söylüyor. Herbalist Selçuk Kaya, iyileşmeye başlayan hastasını sürekli gözetim altında tutuyor. Kaya, "Hastanelerde kemoterapi için verilen ilaçlar ağrı kesiciden başka bir şey değil. Biz tedaviye yönelik 350 bitkinin karışımından oluşan ilaçlar veriyoruz. Ricamız hastaların en son aşamada bize gelmemesi." diyor. Kanser hastası olan Ali Ürün'ün, felçli kısımlarında iyileşme belirtileri görülmeye başlandı. 
Kanser Tedavisinde Dikkat Edilmesi Gereken Besinler 
Yenmesi Gereken Besinler 
o Sarımsak 
o Lahana 
o Brokoli 
o Soya fasulyesi 
o Balık 
o Kepekli buğday 
o Patates, baklagiller ve sebzeler; nişasta içeren besinler 
o Taze ıspanak 
o Yulaf ezmesi 
o Muz 
o Mercimek 
o Havuç 
o Bal 
o Balık 
o Bol bol çiğ sebze ve meyve 
o Az ölçüde et, süt, yoğurt, beyaz peynir, yumurta, yemlenmesi bilinen tavuk. 
o Çok ölçüde sarımsak 
Yenmemesi Gereken Besinler 
o Beyaz ekmek 
o Şeker 
o Rafine yağları 
o Sarı boyalı bütün margarinler 
o Bitkisel yağlar 
o Rafine tuz 
o Pastırma 
o Sucuk 
o Konserveler 
o Boyalı, kokulu, lezzetlendirilmiş gibi etiketler taşıyan yiyeceklerden kaçının. 
o Şekerleme 
o Kokulu yoğurt 
o Meyveli denilen gazozlar 
o Tütsülenmiş besinler 
o Hazır nişastalar 
o Kabuklu yemişler 
o Aşılanmış kümes hayvanları

13 hocanın yazdığı kanserden kurtuluş reçeteleri "Kansere Çözüm var" kitabında...

13 hocanın yazdığı kanserden kurtuluş reçeteleri "Kansere Çözüm var" kitabında...

Kansere Çözüm Var! bir yanda sağlıklı insanların ve özellikle çocukların kanserden korunmaları için güçlü bir zırh-rehber, diğer yanda bir kanser hastasının tüm ihtiyaçlarına yanıt veren bir yol arkadaşı.
Kitap en güncel bilimsel veriler, en son tedavi teknolojileri ışığında, kansere çözüm bulmaya odaklandı. Gerek kanserden koruyucu yaşam tarzı gerek tedavide izlenecek adımlar gerekse tedaviyle birlikte uygulanacak tamamlayıcı önlemlerle ilgili son derece somut ve uygulanabilir reçeteler sunuyor.
Kitabı, alanlarının en iyileri profesör ve doçentlerden kurulu bir anti-kanser timi, bir ‘Rüya Takımı’ hazırladı. Onkoloğundan beslenme uzmanına, biyofizikçisinden nükleer tıpçısına, iç hastalıkları uzmanından din psikoloğuna, elektrik ve elektronik mühendisinden kimya mühendisine birbirinden değerli bu bilim insanları ilk kez bir kitapta buluştu.
Okuyunca göreceksiniz, lafı bile korkutan kanser aslında herhangi bir hastalıktan başka bir şey değil. Üstelik önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık! Hem de yüksek başarı yüzdesiyle…
İŞTE 13 KİŞİLİK ‘RÜYA TAKIMI’, KİTABIN BÖLÜMLERİ
VE O BÖLÜMLERDEN ÇARPICI BİLGİLER
TÜRKİYE KANSERLE NASIL SAVAŞIYOR?
Prof. Dr. A. Murat Tuncer – Sağlık Bakanlığı Kanser Dairesi Başkanı
• Kanser önce beyinde başlıyor ve beyinde tedavi ediliyor. Öyle insanlar görüyorum ki, kanser oluyorlar ama öyle iyi davranıyorlar ki, yumuşak insanlar... Bu insanların çoğu kanseri yeniyor. Yani pozitif enerji galip geliyor. Bazen de öyle insanlar görüyorum ki, çok agresifler! Etraflarında her şeylere takılıyorlar. Ama onların kanserleri de onlara öyle bir ters bakıyor ki, neye uğradıklarını şaşırıyorlar ve ne yapsak durmuyor o kanser!
SİGARA SİZİ YOK ETMEDEN SİZ ONU TERK EDİN!
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta – Göğüs Hastalıkları Uzmanı
• Sigara dumanında 4 binden fazla kimyasal madde var. Bunların en azından 40 tanesi kanserojen yani kanser yapıcı madde. İçilen sigara sayısı ve sigara içilen süre ne kadar fazla ise kanser riski de o kadar artıyor. Sigara içmiş olanların kansere yakalanma riskleri hiçbir zaman hiç sigara içmemişlerinki kadar olamıyor. Bundan dolayı da, en doğrusu hiç sigara içmemek! İçenlerin de kanser risklerini azaltmak için bir an önce sigara ile ilişkilerini kesmeleri şart.
KANSER ÇEŞİTLERİNE GÖRE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
VE KANSERDEN KORUNMA YOLLARI
Prof. Dr. Erkan Topuz – Tıbbi Onkoloji Uzmanı
• Bizler artık hastalık yoktur hasta vardır teorisiyle yol alıyoruz. Hastanın genetik ve moleküler seviyesine iniliyor ve her hastaya özel bir tedavi uygulanıyor. İşte en önemli olay bu! Bugün geldiğimiz noktada kanser hastalarını kurtarma şansımız %80-90 yani artık kanser tedavi edilebilir bir hastalık.
ÇOCUKLARDA KANSER NASIL ÖNLENİR?
Prof. Dr. M. Alp Özkan – Pediatrik Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı
• Günümüzde çevresel faktörler ve çevre-gen etkileşimi, kanserden korunmak için en çok dikkat edeceğimiz alanı oluşturmaktadır. Tıbbi görüntüleme yöntemlerini çocuklarınıza mümkün olduğunca az uygulatın. Çocuklarımıza mümkünse cep telefonu kullandırmayalım. Çocuklarımızı, büyük alışveriş merkezlerinde uzun süreli gezdirmeyelim. Çocuğumuzu yüksek teknoloji ürünü televizyonlarımızın yakınında uzun süreli oturtmayalım.
HANGİ KANSERDE HANGİ BİTKİ KULLANILIR?
Doç. Dr. V. Canfeza Sezgin – İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı
• Kansere karşı yararlı gıdaların başında sarımsak ve soğan, brokoli ve lahana, domates ve biber, portakal ve limon, kırmızı renkli meyveler, tam tahıl ve fasulye, bitki ve baharatlar, yeşil çay gelmektedir. Keklik otu meme, yumurtalık ve rahim kanserlerine karşı, zerdeçal prostat, kalınbağırsak ve cilt kanserine karşı, biberiye meme, akciğer ve cilt kanserine karşı koruyucu olabilir. Zencefil de antioksidan ve iltihap giderici özelliklere sahip yararlı gıdalar arasında ilk sırada yer almaktadır.
DOĞRU BESLENME KANSERDEN KORUR!
Prof. Dr. Ahmet Aydın – Beslenme Uzmanı
• Yiyeceklerimizde ya da diğer çevresel faktörlerde bulunan kanser ajanları DNA’larımıza bağlanarak hasara uğratıyorlar. Hasar kritik bir düzeye ulaşınca da normal hücreler kanserli hücreler haline dönüşüyor. Sağlıklı bir insan vücudunda bulunan DNA onarım enzimleri ve diğer gen koruyucu mekanizmalar 24 saat içinde hasarın yüzde 90’ını temizliyor. Her insan hücresinde günde yaklaşık 10 bin mutasyon oluyor. Eğer DNA onarım enzimleri yoksa ya da yetersiz çalışıyorsa bu mutasyonlar hızla kansere yol açıyorlar. Hücrelerin DNA onarım kapasiteleri sınırlı; sonsuz değil. Bu nedenle gen koruyucu mekanizmalar son derece önemli. Genlerin korunmasındaki en önemli faktör ise onları besleyen besin maddeleri ve vitaminler.
ŞEKER NEDEN TATLI TATLI ZEHİRLER?
Prof. Dr. M. Canan Efendigil Karatay – İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı
• Kanser hastalıklarının riskini daha fazla artırmak istemiyorsak, rafine şeker, mısır şurubu, glikoz ve yapay tatlandırıcılar gibi fabrikasyon işlemden geçmiş şekerleri, unlu ve nişastalı yiyecekleri, meyve, meyve suyu, bal, pekmez gibi doğal şekerleri aşırı miktarda tüketmemek için gayret sarf etmeliyiz. Hatta mümkünse yavaş yavaş azaltarak hayatımızdan çıkartmalıyız.
GIDALARIMIZ NE DURUMDA? GDO KANSERE SEBEP OLUR MU?
Dr. Yavuz Dizdar – Radyasyon Onkolojisi Uzmanı
• GDO’dan uzak duracağız çünkü kanser yapma olasılığı çok yüksek. Kesin veri var mı? Hayır yok ama bu kadar genetik anomaliye neden olan, düşük ve kısırlık yapan bir şeyin kanser yapmama olasılığı çok zayıf. Hangisi yapıyor bilinmiyor ama kanserler artıyor. GDO’ların dünyaya sunulması ile paralel bir artış var, bunu da kimse reddedemez. Cennet gibi verimli ülkemizde GDO’ya ihtiyaç yok. Hem kendimizi hem gelecek nesillerimizi hem de biyoçeşitliliğimizi korumak için, GDO’lu tohumların Türkiye’ye ithalatı bir an önce yasaklanmalı.
ZEHİRLİ KİMYASALLARI VÜCUDUNUZA ALMAYIN!
Mennan Aysan Kuzanlı – Kimya Mühendisi
• Kimyasalları, detoks yöntemleriyle vücudumuzdan atarak ve yeni toksik maddeleri de vücudumuza almayarak hem kanserden korunabilir hem de ilerlemesini engelleyebiliriz. Çözünebilir elyaflar sebebiyle maruz kalınan kanser oluşumunu tetikleyebilecek toksik maddeleri de, alkali yapıdaki suyun da yardımıyla vücudumuzdan süpürüp atabiliriz. ‘Alkali su’ içmek hücre beslenmesi ve yenilenmesini sağlayarak hastalıklardan korunmamıza da yardımcı olur.
ELEKTROMANYETİK ALANLAR VE KANSER
Prof. Dr. Süleyman Daşdağ – Biyofizik Uzmanı
• Elektrikle çalışan cihazları kullanmadığımız zaman, fişlerini prizden çekmeliyiz. Saçlarımızı kurutmak için yeterli zamanımız varsa, doğal yollarla kurutmalıyız. Bilgisayarların gereksiz yere kullanımından kaçınmalıyız. Bilgisayar kullanırken, bilgisayarlar ile aramızdaki mesafeyi, işimizi aksatmamak koşuluyla olabildiğince uzak tutmalı ve işimiz bittiğinde bilgisayarı kapatıp, fişini prizden çekmeliyiz. Yatak, koltuk vb oturma gruplarının yerlerini, manyetik alanların duvarlardan geçebileceğini göz önünde bulundurarak belirlemeliyiz. Böylece gereksiz manyetik alan oluşumunu önlemiş oluruz.
CEP VE BAZ’DAN YAYILAN DALGALARLA KANSER İLİŞKİSİ
Prof. Dr. Selim Şeker – Elektrik ve Elektronik Mühendisi
• Çocuklarımızın cep telefonuna bağlı kansere yakalanma riski, bir yetişkine oranla çok daha fazla. Çünkü çocuklar cep telefonlarının radyasyonuna çok daha uzun süreli maruz kalacak, sinsi tümörler erkenden işe başlayacak ve onların minik vücutlarında gelişebilmek için çok daha uzun zaman bulacak.
NÜKLEER TIP VE RADYOLOJİ ALANINDA
GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİNİ KULLANIRKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
Yard. Doç. Dr. Erol Ergüler – Nükleer Tıp Uzmanı
• Bugün e-posta veya cep telefonu mesajları aracılığıyla ‘check-up’ kampanyaları haberleri geliyor, özel sağlık sigortası şirketleri promosyon olarak ‘check-up’ paketleri sunuyor. Allah rızası için bir düşünün! Hasta veya sağlıklı olsun, insanları önce bir hekimin iyice dinlemesi, varsa eski tetkiklerine bakması ve muayene etmesi gerekir. Bu bir saate yakın muayene sonunda herkes için farklı tetkiklerin yapılması gerekecektir ya da hiç tetkik gerekmeyebilir. Öyleyse bu ‘paket’ler nedir? Neresi bilimseldir? Sonuçta rastgele ‘check-up’ yaptıran herkes kendisi için gereksiz tetkik yaptırıyor ve riski üstleniyor diyebiliriz.
KANSER TEDAVİSİNE MANEVİ VE PSİKOLOJİK YAKLAŞIM
Doç. Dr. Öznur Özdoğan – Din Psikologu
• Hastaların şifa sürecinde manevi yaklaşıma yönelmelerinde, anahtar önemde olan bazı temel faktörler vardır. Bunlardan birincisi; bir insanın kendini Yaratıcısına bırakma isteği; ikincisi, ruhsal arınma isteği; üçüncüsü, tıp bilimi ile manevi inancın birlikte kullanılmasının iyi sonuç vereceğine duyulan güven; dördüncüsü, Yaradan’ın en iyiyi takdir edeceğine inanma; beşincisi, Yaradan’ın hastalığı iyileştireceğine yürekten inanmaktır.